Shakespeare
soneleri Almancaya 78 kez tamamen, 80 kez de kısmen çevrilmiş, neden acaba? İyi
çeviriye ulaşmayı bir türlü beceremedikleri için mi? Yoksa bir mükemmellik
piramidinin zirvesine ulaşma çabasının evreleri olarak mı bakmalıydık bu
çevirilere? Bu çevirmenler, o mükemmel ve nihai çeviriyi yapan kişinin
kendileri olmadığının farkındaydı herhalde. Yine de çevirdiler ve her birinde de
mutlaka bir başka iz vardır, bir başka olanak orijinal soneye dair. Ama bundan
da önemlisi çevirenin kendi dönemine dair bir iz vardır. Ve hepsi de bize ayrı
bir düşünme kapısı aralar, çünkü bunların hepsi şiire dair ayrı bir anlayışın
ürünü.
Tüm
çeviriler, özellikle de “kötü” olanları, şiir anlayışımızın hem geldiği hem de
takılıp kaldığı yeri göstermez mi aslında? Öyle ya, bir çevirmen bir şiiri
ancak kendi şiir anlayışının sınırları içerisinde “iyi” çevirebilir. O sınırlar
da içinde yaşadığı edebiyatın sınırları içerisinde kalır. Hal böyleyse, yani çeviri
içine geldiği edebiyat sisteminden bağımsız olamazsa, o zaman “kötü” çeviriler
aslında şiiri algılama kodlarımızı gösteren birer gösterge halini alabilirler.
Ve dolayısıyla ister istemez bir ülkenin şiiri nasıl alımladığına, eleştirdiğine
dair dolaylı arkeolojik bulgular olarak değerlendirilebilirler. Eğer bu
doğruysa, o zaman kaynak ve hedef dil ve kültürlerin birbirlerine uzak
oldukları durumda çevirilerin “kötü” kalmaya mahkûm oldukları, çünkü kendi
pencerelerinden orijinal şiirin ancak bir bölümünü görecekleri anlamına da
gelir.
Örneğin
Türk şiirinin kodları ile yoğrulmuş bir çevirmen Batı şiirinin birçok temel
öğesini göremez, bu yüzden de çevirisi ile gösteremez. Bu, çağdaş şairler için
geçerli olduğu gibi klasik şairler için de geçerli. Dolayısıyla da aslında
hepsi “kötü”dür. Eğer bu böyle olmasaydı çeviri şiirde şiir anlayışının Türkçe
şiir algısının önüne geçmiş olması gerekirdi. İşte tam da bu yüzden “kötü”
çeviriler bir hazinedir kültür üzerine düşünürken. Türkçe şiirlerin neden öyle
yazıldıklarını sorgulamanız zordur ama Türkçeye şiir çevirilerinin neden öyle
yapıldıklarını sorgulayabilirsiniz. Neler neler yoktur ki orada: solcu
aydınların muhafazakar edep takıntılarıyla çevirdikleri şiiri nasıl
sansürlediklerini de bulursunuz orada; hiç anlamadığı bir şiiri ve şiir
kültürünü çevirmeye kalkmanın nasıl çaresiz bir kültürel totolojiye dönüştüğü
örneğini de; veya tarihsel şiirleri bir anlama girişimi olarak yapılan uyaksız
çevirinin nasıl bir anlamama sıkıntısı ve yığıntısına döndüğünü; veyahut da
akıllı davranıp anlamadığı yerlere girmeme kararının nasıl da zararsız, bu
yüzden de yararsız, sıkıcı şiirlerin çevirisine vardığını.
Hoşunuza gitmedi değil mi? Ama bu bizim
hikayemiz.
Şimdi
şimşekleri “kötü” şiir çevirilerine yönlendirmek için hep başvurulan bir yardım
kapısı var: bazı şairlerin yaptığı çeviriler. Evet biliyorum, gerçekten güzel
bazıları, ama aslında oldukça azı. “Yağ gibi akıyor” denir örneğin o çeviriler
için. İyi bir şey midir bir şiirin, hele hele modern bir şiirin yağ gibi
akması? Bazıları, ama çok azı için evet, ama birçoğu için hayır. Mutlaka akıcı
bir şey okumak istiyorsanız gidin düzyazı okuyun. Şiir, sözcüklerin aktığı
değil sıçradığı ya da yavaşlayıp durduğu bir yerdir, istisnalar hariç. O
şairlerin çevirilerinin bazıları da “kötü”dür ama bunu görmek kolay olmayabilir
çünkü suyunuza gidecek biçimde çevirirler.
Gerçekten
birtakım biricikliklerin peşindeyseniz o zaman oturduğunuz dalı kesmeyi bırakıp
neler yapabilirsiniz onu düşünün. Başlangıçta bahsettiğiniz, umarım bir gaflet
olduğunu gördüğünüz şiirin çevirisinin olanaksızlığı, şimdi vazgeçmek için
değil, düşünmeye başlamak için harika bir fırsat olsun size. Yeni motto şöyle:
“Evet, olanaksız, tamam, ama ne yapabiliriz yine de?”. İşte insanın tarihte çaresizlikler
karşısında gösterdiği o muhteşem mücadele gücünü göstermek için bir fırsat
size.
Dolayısıyla
kendinizi durduk yere sıkıştırdığınız bu yerden, basmakalıp düşünmenin harika
totolojiler diyarından tekrar çıkaracak tek bir araç var ve işin püf noktası tam
da burada yatıyor: düşünmek. Çeviri bir kaçınılmazlıksa eğer ve kendi dışımızı
görmek için çeviriye muhtaçsak, o zaman çevirinin olup olmayacağını değil nasıl
olacağını, hangi beklentilere yönelik olarak, hangi biçimle yapılacağını
düşünmek gerekiyor.
Bir
kez daha: olanaksız ama yine de ne yapabiliriz?