Samstag, 20. Juni 2020

Neden kafelerde çalışıyorum?



Babamdan miras bir konsantrasyon eksikliği var bende. İlkokuldan beri muzdaribim bundan. Şöyle oturup aralıksız saatlerce nasıl çalışılır bilmem. Hayran oluyorum bunu yapabilenlere ama hayranlık beni kurtarmaya yetmiyor. Evde veya yurtta, ne zaman masa başına geçsem elli türlü mazeret buldum tekrar oturduğum o yerden kalkmak için. Çalışmadan ders vermenin gerçekten mümkün olmadığı Viyana Teknik’te ise bu eksiklik bir kriz halini aldı, yurt odam bir çırpınışın yeri oldu.

Şiir yazılarımı yazdığım ve çevirilerimi yaptığım yer, yirmi yıldır bu yüzden yollar ve kafeler oldu hep. Ancak salgınla birlikte kafeler kapatılınca kalakaldım ortada. Parklara gitmeye başladım ama aynı şey değildi. Soğuğa maruz kalıyorsunuz, yanınıza birileri oturup lafa tutmaya kalkıyor, dört yanı açık bir yerde oturuyorsunuz vs. Park yine de evden daha iyiydi ama o da yurt odasındaki çırpınışın yerini bir kıvranış almış oldu böylece. İlkinde uyaranların eksikliği vardı, ikincisinde ise fazlalığı. Alıştığım bir dışarısının (kafe) olmaması gösterdi ki, meğer bir içerisi de (ev) yokmuş.

Oysa tanıdığım herkes evinde çalışıyor, evde kendilerine bir çalışma ortamı kurmuşlar, çoğunun bir çalışma odası var. İlk defa çalışma odasının ne olduğunu idrak ettim: içine girince zihninizin, o sıralar çalıştığınız konu neyse ona odaklandığı ve kağıda dökülmeye hazırlandığı mekânsal düzenleme. Zaman içinde kurulmuş veya oluşmuş ve korunması gereken bir düzeni, takıntı ritüelleri ve fetiş ikonalarıyla bir mabet.

Bende bu hiç olmadı, dediğim nedenlerden olamadı. Peki neden kafelerde çalışabiliyorum? Kafenin bana yazarken sağladığı bir şey olmalı. Ne oluyor da orada huzursuzluğumdan sıyrılıyorum? Bunun nasıl yazıyor olmamla ilgili olduğunu fark ettim geçende. Hep dağınıklıklar içinde buluyorum yolumu yazarken; sıçramalar ve çağrışımlarla ilerliyor beynim. Ne öyle yazılacak sahayı daha en baştan görmek var bende, ne de bir nokta üzerinde derinleşmek ve keskinleşmek. Buluşlar belirliyor bende akışı. Derinleşmek ve bağlantılandırmak ise daha sonra, aynı metnin tekrar tekrar okunması ve düzeltilmesiyle geliyor ki her bir düzeltinin de kısmen birer sıçrama olduğu söylenebilir.

Düzenle karmaşa arasında gereksindiğim dengeyi, korunaklılıkla açıklık arasında bir çözüm olan kafeler veriyor sanırım. Başımı öne eğer eğmez kimseyi görmediğim, kimsenin beni rahatsız etmediği bir düzendeyim; başımı kaldırmamla birlikte de çok sayıda insanın çeşitli düzenlerinin bir aradalığının oluşturduğu bir karmaşadayım. Sıçrama ve çağrışımlar için karmaşa, onların bir akışa soğrulması için düzen. Zihnim çalışma modunu, dolulukla boşluğun, kırıştıranla ütüleyenin bu birbirine zıt güçlerinin işbirliğine girmeleriyle buluyor. Kafeler, benim için düzenle karmaşanın bu dengesinin mekânsal karşılığı oluyorlar.

Durum bu olunca hangi kafelerin uygun, hangilerinin uygunsuz olduğu da netleşmeye başlıyor. Müzikli olanlar uygun değil çünkü serbest sıçramalar için ihtiyacım olan karmaşaya kendi düzenleriyle tecavüz ediyorlar. Masaların yakın olması ve meraklı insanlar topluluğu da, soruşturucu bakışları, söze girmek için fırsat kollamaları ve dahi girmeleriyle mekandan soyutlanıp kendi düzenime çekilmemi engelliyorlar. Tamamen yabancı kafeler zihnimin iç mekanla meşgul olup yazıya dönememesine neden oluyor. Ama bunun da bir kuralı yok, yabancı kentlerdeki kafelerde bazen şaşırtıcı derecede iyi çalıştığım oluyor. Beni tanıyanların olduğu, sohbet etmek istedikleri mekanlar bu anlamda bir kabus, özellikle Türkiyeli olanları sormadan oturuyorlar yanınıza. Bir keresinde Café Museum’da masa böyle sekiz kişiye çıkmıştı ve son gelen iki kişiyi hiç tanımıyordum (ve sonra kalkıp gittiğimde de fark eden olmadı zaten). Ne tandık ne yabancı olması lazım mekanın.

Bir karmaşayı uzun süre seyrederseniz içinde bir düzen belirmeye başlayabiliyor ya da en azından zararsız veya rahatlatıcı bir rastlantı eşiği olarak arka plana atılabiliyor. Tam tersine düzen olarak gördüğünüz dağılıma odaklanırsınız, içinde barındırdığı karmaşalar dikiliyor karşınıza. Dolayısıyla düzen ve karmaşa, baştan belirli ve herkes için aynı denge değil. Yer değiştiriyorlar ve bu oyunu oynayan da sizin zihniniz. İhtiyaca göre. İyi şiirlerde de böyle değil mi?

Aslında düşünme tarzım ve sonucu olarak kafelerde aradığım denge, şiirle ve de uğraştığım tür şiirle kurduğum ilişkiyi de açıklıyor. Gözle takip edilen bir okumadan, bir noktasından her yerine sıçranabilinen, umulmadık yerleri arasında bağ kurulan şiirlerden hoşlanıyorum. Canımın istediği gibi ve istediği yere yoğunlaşabilmekten. Belki de bu yüzden şiirle ve modern şiirle uğraşıyorumdur. Ve bu yüzden şiir, düşünmem ve seçtiğim kafeler, hepsi bir ve aynı şeydir.