Hiç
tanışmadığım Osman Kavala’yla muhtemelen de hiç tanışmayacağım. Hakkında sadece
çok iyi şeyler duyduğum, haksız yere ve muhtemelen hiç kimsenin bilemeyeceği
bir hesapla içerde tutulan bir insan. Destek verdiği sivil toplum
kuruluşlarını, yayınevini, Diyarbakır Sanat Merkezi’ni biliyorum. Bildiklerimin
bilmediklerimin yanında çok az bir yer tuttuğunu da tahmin ediyorum ancak bu
kadarı bile insana parmak ısırtıyor. Hani çok zengin olsam neler neler yapardım
der ya insan, işte onları ve daha fazlasını yapan insan benim için. Veya hayal
kurar ya insan, ah keşke şöyle şöyle bir hami olsaydı, şunları şunları
destekleseydi diye, o işte o insan. Türkiye’nin o çorak arazisini, çölünü
inatla ve çoğumuzdan daha fazla yeşertmeye, bir habitat yaratmaya çalışanlardan
biri.
Sanata
destek veren, hatta daha büyük ölçekte destek veren varsılları oldu bu ülkenin.
Ancak sanatın yanı sıra sivil toplumun gelişmesi, öne çıkarılması, devletin
tektipleştiriciliğine inat halkların çoğulluğunu korumak için çalışanını, hele
hele bu desteği geçmişin ve şimdinin yaralarını iyileştirmeye yönelik verenini
pek bilmiyorum doğrusu. Yaptıklarının hepsi de evrenselci, dolayısıyla sağaltıcı.
Sosyalist olmak da gerekmiyor tüm bunları yapmak ve yapılanı anlamak için, vicdanlı
olmak yeterli.
Şu
kısa ama o kadar da kısa olmayan ömrümde şiire verdiğim emeklere bakıp da bir
işe yaradı mı, yaradım mı acaba dediğim anlar çoğunlukta. Çok işe yaradığından
emin olduğum ve dahası (kıskanmamayı başarıyorsam) gıpta ettiğim insan ise Osman
Kavala. Öyle hamiliğini yapıp köşesine çekilenlerden de değil. Canı gönülden
yapıyor yaptığını. Yaptıklarıyla göz önünde veya manşetlerde olmayı da seçmemi,
tabii şimdi devletimiz sayesinde gözler önünde, manşetlerde ve de gönüllerde.
Zorla bir kahraman yaratılıyor. Yaptıklarını sadece küçük bir çevrenin bildiği
bu insan, şimdi kamunun bilgi ve ilgisine mazhar olmuş durumda.
Onun
çağdaşlığı böyle öne çıktıkça karşısındakilerin köhneliğinin altı daha da kalın
çiziliyor, onun iyilikleri fark edildikçe karşısındakilerin kötülüğü zihnimize
kazınıyor. Ve o kadar köhne, o kadar kör, o kadar hissizleşmişler ki tüm
bunların kendilerine hiçbir dönüşünün olmayacağını zannediyorlar. Onu içeride
tutan kör rövanşizm, yitirdiği bağlamını anlamsız öfkesiyle bir arada tutmaya
çabalarken aslında bizi daha çok bir araya getirip bağlamımızı daha iyi
bulmamızı garanti altına alıyor.
Kuşkusuz
burada kazanan taraf Osman Kavala değil, hapiste geçirilen günlerin telafisi
neyle olur ki. Keyfi kaçmasın, morali bozulmasın diye üstüne titreyeceğimiz bu
insanı şimdi biz hapishanede tutuyoruz, neredeyse iki yıldır. Tek yapabildiğim
arada kaç gündür tutuklu olduğuna dair rakam paylaşmak facebook’ta. Ama onun
varlığı hepimizi düşündürtüyor, sessizce gösteriyor. Belki cesaret vermiyor bir
Ahmet Şık gibi, ama ortak iyiliğimiz, sağlıklanmamız için yaptıklarıyla orada
olan bu insan, kendisiyle birlikte direnme arzusunu uyandırır ve hep bir
yürekten bulunduğu yerden çıkmasını istetirken bize bir biz olduğunu fark
ettiriyor, birleştiriyor. İnsanın haksızlıklardan hangisine yetişeceğini,
hangisiyle mücadele edeceğini şaşırdığı ve bunlara sürekli yenilerinin de eklendiği
bu ülkede Osman Kavala artık, kâbustan çıkış olmadığına dair korkularımızın bir
kez daha onaylandığı vakayı değil tam tersine birbirimiz görülmez dayanışma
bağlarıyla bağlandığımızın görünürlüğü, somutluğu oluyor. Alçak gönüllü ama
yüksek hayalli bu insan, içeride tutuldukça içimize yerleşti yerleşiyor.
Nice
yıllara Sayın Osman Kavala. Umarım nice nice yıllar birlikte oluruz, bizi
onurlandıran hayallerinizle birlikte, hep birlikte ve daha başka hayaller inşa
etmek üzere.